18 Nisan 2009 Cumartesi

Dost Kazığı


Orjinal Adı: How to Lose Friends & Alienate People
Yönetmen: Robert B. Weide
Oyuncular: Simon Pegg, Kirsten Dunst, Danny Huston, Gillian Anderson, Jeff Bridges
Senaryo: Peter Straughan.
Müzik: David Arnold
Görüntü Yönetmeni: Oliver Stapleton
Kurgu: David Freeman
Tür: Romantik / Komedi
Süre: 110 dk.
Yapım: 2008, İngiltere
Dağıtımcı: UIP Filmcilik
Gösterim tarihi: 24 Nisan 2009

Editörün Notu: Toby Young'ın Vanity Fair’deki kendi kariyerini anlattığı uluslararası çok satan hikayesi.

Konu: Ümit vaad eden bir gazeteci olan Sidney Young’ın New York’un en prestijli dergilerinden biri olan Sharp’a gelişiyle nasıl sevilmeyen ve istenmeyen adama dönüştüğünü anlatan bir komedi Manhattan insanları tarafından etrafı çevrilen ve çevreye uygun olmayan kaba davranışları, garip şakaları ve peşini bırakmayan talihsizliklerle düştüğü komik durumlar Young’ın hayatının kadınına rastlamasıyla daha da içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.


Orjinal Adı: The Secret of Moonacre
Yönetmen: Gabor Csupo
Oyuncular: Ioan Gruffudd, Tim Curry, Natascha McElhone, Dakota Blue Richards, Juliet Stevenson, Augustus Prew
Senaryo: Graham Alborough, Lucy Shuttleworth
Müzik: Christian Henson
Görüntü Yönetmeni: David Eggby
Kurgu: Julian Rodd
Tür: Fantastik / Aile / Macera
Süre: 103 dk.
Yapım: 2008, İngiltere / Macaristan / Fransa
Dağıtımcı: Tiglon Film
Gösterim tarihi: 17 Nisan 2009

Editörün Notu: Sihir ve maceranın bir arada olduğu büyüleyici bir masal.

Konu: 13 yaşında bir yetim olan Maria Merryweather (Dakota Blue Richards), amcası Sir Benjamin (Ioan Gruffudd) ile yaşamak üzere gizemli bir yer olan Ayışığı Malikanesi’ne gönderilir. Malikanede pekçok sihirli olaya şahit olan ve aslında Ay Prensesi soyundan geldiğini keşfeden Maria'nın ; yüzyıllardır Ayışığı Vadisinin peşini bırakmayan laneti geri çevirmek ve vadiyi yokolmaktan kurtarmak için bir sonraki dolunaya kadar vakti vardır. Maria bu büyülü dünyaya barış getirmeye kararlıdır.


Yönetmen: Aydın Bulut
Oyuncular: Mehmet Ali Nuroğlu, İsmail Hacıoğlu, Volga Sorgu, Ertan Saban, Eyşan Özhim, Bülent İnal
Senaryo: Aydın Bulut, Serkan Turhan
Müzik: Cem Yıldız
Görüntü Yönetmeni: Tolga Çetin
Sanat Yönetmeni: Türker İşçi
Tür: Dram / Suç
Süre: 95 dk.
Yapım: 2009, Türkiye
Dağıtımcı: Medyavizyon Film
Gösterim tarihi: 24 Nisan 2009

Editörün Notu: İstanbul’un varoşlarındaki "kayıp hayatların" hikayesi.

Konu: Güneydoğuda’ki operasyonlarda gösterdiği “kahramanlıkla” askerden bir ay erken terhis edilmiş olan Semih’in (Mehmet Ali Nuroğlu) askerden döndüğü gün kardeşinin cenazesiyle karşılaşması ve kardeşinin katilini aramasıyla devam ediyor. Kardeşinin katilini bulmak için harekete geçtiğinde cevaplanması zor sorularla dolu bir başka savaşın içine sürüklenen Semih, gerçeğin arayışı içinde iz sürerken, "kaybedilen" şeyin sadece kendi kardeşinin hayatı olmadığını görecek , “Öteki İstanbul’’ da kaybetmeye mahkum edilmiş hayatların öfke ve çaresizlik duygularıyla beslenen sert yüzüyle de hesaplaşmak zorunda kalacaktır.


Yönetmen: Atalay Taşdiken
Oyuncular: Elif Bülbül, Mehmet Bülbül, Mete Dönmezer, Mustafa Uzunyılmaz, Mehmet Usta
Senaryo: Atalay Taşdiken
Müzik: Erkan Oğur
Görüntü Yönetmeni: Ali Özel
Kurgu: Serhat Solmaz
Tür: Dram
Süre: 90 dk.
Yapım: 2009, Türkiye
Dağıtımcı: Tiglon Film
Gösterim tarihi: 17 Nisan 2009

Editörün Notu: Annesiz iki çocuğun içinizi ısıtacak, kimi zaman gözünüzü yaşartacak öyküsü.

Konu: Dokuz yaşında bir çocuk; hem ağabey, hem baba, hem anne, hem de bir bilge olabilir mi? Ayşe için olur. Ve hatta hiçbir şeyden korkmayan bir ağabeydir o.


Deckard bir Blade Runner'dır, yani kaçak replikant'ları (yapay insan/android) avlayan bir polis. Artık kovalamacadan sıkıldığı için ayrılmayı düşündüğü bir sırada, çaldıkları bir uzay gemisiyle dünyaya 5 replikant'ın geldiğini öğrenir. Milyonlarca insanın yaşadığı dev bir şehirde bu 5 kaçağı bulmak zorundadır.


35 yıl önce Cudi dağlarında bir grup eşkıya jandarma tarafından yakalanır. 35 yıl içinde eşkıyaların hepsi ya hastalıktan ya da bölgedeki hesaplaşmalardan ötürü can vermiştir. Biri dışında; Baran...Baran 35 yıl sonra hapisten çıkınca ilk işi köyüne dönmek olur. Ama doğduğu topraklar şimdi baraj suları altındadır. Geçmişin izlerini sürmeye başlayan Eşkıya, yıllardır bilmediği bir gerçeği öğrenir. Hapse düşmesine en yakın arkadaşının ihaneti neden olmuştur. Bu arkadaş Eşkıya Baran'in çocukluk aşkını, Keje’yi satın alarak İstanbul’a kaçmıştır. Eşkıya ne İstanbul’u ne de arkadaşının adresini bilmemektedir. Tren'de, Tarlabaşı'nın arka sokaklarında büyümüş, pavyon, kumarhane, uyuşturucu muhabbetinin içinde yaşayan Cumali adlı genç bir adamla tanışır. Onla birlikte İstanbul'a gider ve kendisinin derdinin yanında bir de Cumali'nin derdiyle uğraşmaya başlar. İstanbul ve bu karanlık sokaklar adım adım sevdiği kadın Keje ye yaklaştırır Eşkıya'yı....


II. Dünya Savaşı yıllarında 3 oğlunun birden ölüm haberini alan anne, 4. oğlunun yaşadığını duymak ister.Artık tüm Amerikan ordusunun hedefi annenin son oğlu olan James Ryan'ı ne pahasına olursa olsun kurtarmaktır.Askerler her yerde ona ait izler aramaya başlar fakat bu öylesine bir göreve dönüşür ki bir kişiyi kurtarmak uğruna bir çok askerin hayatı tehlikeye girer.


Tarihçiler başlangıçta yüzyıllar boyunca Kral Arthur'un gerçekten yaşamadığını, sadece bir efsane olduğunu düşündüler. Ancak bu efsanenin çıkış noktasında, kendi kişisel tutkularıyla halkına hizmet arzusu arasında sıkışıp kalmış gerçek bir kahraman vardı.

Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından Britanya'ya gönderilen Arthur'un, tek amacı bir an önce Britanya'dan ayrılmak ve Roma'nın barış ve huzurlu ortamına dönmekti. Ancak geri dönüş yolculuğuna çıkmadan önce son bir görev üstlendi. Yuvarlak Masa Şovalyeleri olarak bilinen yardımcıları Lancelot, Galahad, Bors, Tristan ve Gawain ile birlikte Britanya'da son bir kurtarma operasyonu yapmaları gerekiyordu.

Roma'nın geri çekilişi sonrasında Britanya'da boşluğu dolduracak bir lidere ihtiyaç olacaktı. Bu yeni lider, ülkesini işgalci Saxonlar'ın tehdidine karşı savunmakla yetinmeyip adayı yepyeni bir döneme taşıyacak çapta olmalıydı. Eski düşmanı Merlin ile cesur yürekli Guinevere'nin desteğini alan Arthur, tarihin akışını değiştirecek gücü kendisinde buldu


Truman çok güzel bir adada yaşamaktadır... Fakat bu ada, Truman dışında her şeyin sahte olduğu bir ortamdır ve doğduğu günden itibaren devamlı olarak seyirciler tarafından izlenmiştir. Truman, bunun hiç farkında olmaz, ta ki öldüğünü sandığı babasını görene dek.


insan elinden çıkmış en büyük ve en gösterişli yüzen araç olan Titanic yola koyuldu. Batmaz, sarsılmaz denilen bu büyük lüks yolcu gemisinde yolculuk yapmak, 20. Yüzyılın muhteşem bir rüyasıydı. Ancak bu büyük rüya sadece 4.5 gün serecek ve anısını bir sonraki yüzyıla bile taşıyacak büyüklükte bir kabusa dönüşecekti. İşte bugün bile heyecan uyandıran bu acı ancak bir o kadar da sinematografik felaket hikayesini bu kez James Cameron'un yönetiminde ve sinema tarihinin gördüğü en büyük bütçeyle gerçekleştirilmiş son versiyonuyla izliyoruz. Geminin ilk ve son yolculuğuyla örtüşen, kısa soluklu ama ölümsüz bir aşk öyküsüne yer veren Cameron, Titanic kadar büyük bir aşk öyküsü merkez alarak, bu bildik felaketi farklı bir tarzda anlatmak istemiş. Aşıklar ise son dönemde yükselen yetenekli genç oyuncular kuşağının öne çıkan isimlerinden Kate Winslet ve Leonardo Di Caprio. 1998'de 14 dalda Oscar adayı olan Titanic, 11 dalda heykelcik kazandı dünyaca büyük bir felaket olan titanic sinemadada felaket etkisi yaratmıştır.


Quentin Correns (Jason Statham) Born köprüsünde olan bir kazada yapmaması gerektiği halde rehineyi vurduğu için teşkilat tarafından açığa alınmıştır. Olaydan bayağı bir süre sonra bir banka soygunu gerçekleştirilir. Bir kişi vurularak hayatını kaybetmiştir. Ve soygunun başkanı Lorenz(Wesley Snipes) Correns i istemektedir.İstek yerine getirilir ve Correns e birde zeki bir yardımcı genç dedektif verilir. (Ryan Philippe) . Banka soygunu ucuz atlatılır fakat hiçbirşeyin çalınmadığı fark edilir. Kameralar elektrik kesintisinden dolayı çalışmadığı için hiçbirşeyi kaydetmediği için herkesin aklında bir soru kalır . Film ilerledikçe Lorenz in o büyük ortağının kim olduğu hususunda muhteşem bir merak sözkonusu . Zeka , aksiyon ve gerilimin bir arada bulunduğu enfes filmlerden biri Chaos(Kaos)..


evsiz bir jokey , bir milyoner , bir kovboy ve seabiscuit adında bir at.... kendilerinin ve ülkedeki herkese ilham kaynağı olan bir yarış atının gerçek öyküsünü anlatıyor...1920'lerde efsaneye dönüşen sıradışı bir drama...seabiscuit sizi hayatınızın yarışına götürecek...


Şans sayesinde yuri orlov en büyük yeteneğini keşfeder: yasa dışı silah ticareti çeki temiz çıkan herkese mal verirken bir yandanda kardeşinin yardımıyla silah işindeki en büyük vurgununu gerçekleştirir. Bugüne kadar istediği herşeye ulaşmasını sağlayan hızlı zekası ve becerisi, ısrarla peşine düşen interpol ajanından da (ethan hawke) kurtulmasına yardımcı olur. Ancak cesaretinin zirvesindeyken müşterilerinin sağlayabileceğinden daha fazlasını talep edebileceğinin farkına varır ve zamanla korumaya çalıştığı insanlar üzerinde ölümcül bir sorumluluk haline gelir.


Birlikte haftasonu kısa bir kaçamak yapmak isteyen Thelma ve Louise yola çıkarlar. Her şey yolunda gitmektedir, ama mola verdikleri bir barda meydana gelen bir olay tüm planlarını değiştirmelerine rol açar. Artık peşlerinde bir dedektif vardır. Ayrıca yolda Thelma'nın kendini yakın hissettiği J.D. adlı bir otostopçuyla ve Louise'in geçmişte birlikte olduğu Jimmy karşılarına çıkar.


Almanya'da yaşayan 40'lı yaşlarındaki Cahit ile genç Sibel intihardan vazgeçmiş 2 insandır. Psikoloğunun yardımıyla sorunlarını bir nebze de olsa yenmeyi başaran Cahit, Sibel'e yardım etmek ister. Sibel'se çıkış yolunu evlilikte arar ve eşi doğru dürüst tanımadığı Cahit olur. Aynı evde yaşamaya başlayan Cahit ve Sibel arasında kaçınılmaz bir yakınlaşma başlar.


Üniversite profesör olan Paul Rivers, yakalandığı amansız hastalık yüzünden evliliğinde sıkıntılı günler geçirmekte ve tek umudunu kalp nakline bağlamış şekilde beklemektedir. Kötü günleri geride bırakarak eşi ve iki çocuğuyla mutlu bir hayata başlayan Cristina adlı kadın ise hayatının belki de en mutlu günlerini yaşamaktadır. Öte yandan iki çocuğu ve eşi ile zorluk içinde yaşayan Jack Jordan oldukça zor şartlarda yaşamasına rağmen, dini inancının kuvvetli olması sayesinde ayakta kalmayı başaran biridir. Birbirinden tamamen bağımsız bu üç kişinin hayatları beklenmeyen bir kaza sonucu kesişecektir.


Sadece efsanesi hayatta kalacaktı. Jack The Ripper, Londra'nın caddelerine terör getirmekteydi. Şeytani tavırları onun deliliğinin bir sebebi olduğunu gösteriyordu. Depp ve Graham bu sürükleyici macera filminde muhteşem bir performans sergiliyorlar (People). 1888 yılında Londra'da fakirler şehrin çeteler tarafından rahatsız edilen derme çatma binalarında yaşamaktadırlar ve Mary Kelly'nin (Graham) küçük arkadaş grubundan birisi öldürülür. Kötü ruhlu katil, dahi ama aynı zamanda problemli bir insan olan ve işinde geleceği görme kabiliyetinden yararlanan Müfettiş Abberline'ın (Depp) dikkatini çeker. Abberline derin bir şekilde bu davayla ilgilenir ve gerçeğe yaklaştıkça, Mary ve diğer kızlar için tehlike gitgide büyür. Acaba intikam almak için cehennemden gönderilmiş güç ile başa çıkabilecek midir?




Fatih Akın’ın yazıp yönettiği “Köprüyü Geçmek: İstanbul Hatırası”; içinde yaşadığımız İstanbul’u, her gün dolaştığımız fakat farketmediğimiz sokakları, mekânları çarpıcı bir anlatımla gösteriyor, duymadığımız sesleri dinletiyor. İstanbul’un gerçek ruhunu, sesini ortaya çıkarıyor. ”Köprüyü Geçmek: İstanbul Hatırası”, her şeyden önce bir tutkunun filmi. Fatih Akın, aynı zamanda yakın arkadaşı olan Alman müzisyen Alexander Hacke'nin İstanbul'daki müzisyenlerle yaptığı kayıtlardan yola çıkarak İstanbul'u yeniden keşfediyor. Belgesel, ‘Duvara Karşı’ filmi için yaptığı müzik çalışması sırasında ilk kez İstanbul’la ve müziğiyle tanışan Alexander Hacke’nin oteline gelişiyle başlıyor. 20 yıldır ‘Einstürzende Neubauten’ (Çöken Yeniyapılar) müzik grubunun üyesi olan Hacke, basçılarını kaybeden Baba Zula grubunun üyelerinin isteği üzerine onlara katılıyor. Hacke seslerine aşık olduğu İstanbul’da sadece bas gitarıyla değil, mobil kayıt stüdyosunu ve dünyanın dört bir yanından insan sesi ve diğer sesleri kaydetmiş olduğu 'mucizevi mikrofonu'nu da getirmiş. Amacı, 'sokak kaydı' adını verdiği ve akla gelebilecek her yerde profesyonel müzik kaydı yapılmasını sağlayacak bir yöntemle, İstanbul’un müzik çeşitliğini kaydetmek. Böylece Batılı kulaklara modern elektronik müzikten, rocka, hip-hopa ve arabeske varana kadar çok çeşitli müzikler sunma olanağı bulmaktı.

“Köprüyü Geçmek: İstanbul Hatırası” de, Fatih Akın'ın bu yolculuğunda Alexander Hacke’ye kamerasıyla eşlik etmesinin sonucunda ortayan çıkan bir belgesel. Belgesel, otelinde bir müzik üssü kuran Hacke’nin İstanbul'un tuhaf, aykırı, çalkantılı ve baştan çıkarıcı dünyasında dolaşmasına tanıklık ediyor. O, izlenimlerini ve sesleri kaydettikçe, biz izleyiciler de kendimizi İstanbul'un büyüsüne kaptırmadan edemiyoruz. Her ne kadar Hacke, şehrin tüm seslerini kaydetme gibi ütopik bir amaçla yola çıksa da, binbir çehreye sahip bu dev kent karşısında, teknolojinin son ürünü aletlerinin yetersiz kalacağının farkında. Bu yüzden sıkça kendini kaydettiği müziğin akışına bırakıyor, kaydettiği sesleri yeniden dinlediğinde hiçbir zaman yakalamayacağı deneyimi, kayıt sırasında yaşıyor, kendini zamanın büyülü akışına bırakıyor. Sonuç olarak, hem bu müthiş deneyim, hem paha biçilemez kayıtlar, hem de izleyecilerin keyifli dakikalar yaşadığı müthiş bir belgeselle ülkesine dönüyor. Tabii bu kentin büyüsünü ve çeşitliliğini her yönüyle kavrayabilmenin, insanın algısını çok aşan bir şey olduğunu kabullenerek


Film, tam anlamıyla özürlüğüne düşkün bir adamın, 30 yılını yatağa mahkum geçirdikten sonra bu hayatına bir son vermek istemesini konu alıyor.


Türkiyeli iki uzay aracı pilotu rutin bir görev esnasında bilinmeyen bir gücün çekim alanına girerler ve uzay araçları bilmedikleri bir gezegene düşer. bu gezegende dünyayı bekleyen büyük tehlikeyi öğrenirler.


Hayatını insanların huzuruna ve kötü kahramanların sonuna harcayan kahramanımız van helsing, artık uzun yollar kat ederek transilvanya daki büyük sırrı çözmek için yola koyulmaktadır. Ancak busefer karşısında sıradan bir katil yada dev adam yoktur, bu sefer yok etmek zorunda olduğu kişi kendisinin 400 yıl önce öldürdüğü dracula dır


Kırgız yazar Cengiz AYTMATOV'un 'kırmzı eşarp' adlı romanından uyarlanan Atıf YILMAZ filmi. Kamyon şoförü İlyas, İstanbul'dan Asya'nın kaldığı köye gelir. Birbirlerine aşık olup evlenirler. Çocuklarının adına Samet koyarlar. İlyas, kamyoncu olduğu için sık sık yollara çıkar ve Asya, Samet'le yalnız kalır. Bir gün yine yola çıkan İlyas, eve dönmez. Asya, bu acıya dayanamaz ve oğluyla birlikte yollara düşer. Yolda Cemşit adında bir adamla karşılaşırlar. Cemşit onlara kol kanat gerer. Birlikte yaşamaya başlarlar. Bir gün İlyas karşılarına çıkar. Asya, artık bir seçim yapmak zorundadır.


James Clayton, tecrübeli ajan Walter Burke’un tam aradığı insandır. Bir operasyon görevlisi olmadan önce acemi çaylaklar, zorlu eğitim sürecini başarıyla geçmelidirler. Oyunun kurallarını Burke’dan öğrenen James, kurumdaki rütbeleri hızla tırmanırken, kendisi gibi acemi çaylaklardan olan Layla’ya aşık olur. Ancak James’in oyundaki rolünü ve hocasıyla olan kedi-fare ilişkisini sorgulamaya başlamasıyla Burke, onu bir köstebeğin belirlenmesi görevine getirir. İkili arasındaki gerilim o andan itibaren hızla tırmanırken CIA’in ünlü özdeyişleri bir kez daha gün ışığına çıkacaktır: “Hiç kimseye güvenme” ve “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir”.


Osmanlı İmparatorluğu'nun 17. yüzyıl ve 4. Murat dönemine denk gelen zamanında, dünya tarihinde ilk defa uçmaya yeltenen bir insan olan Hezarfen Ahmet Çelebi'nin İstanbul'daki yaşamını konu alan filmin yönetmenliğini Mustafa Altıoklar yapmıştır.


İstanbul ve gece. 5 hikaye. Birbirinden çok ayrı gibi görünen bu hikayeleri birleştiren bir tek şey vardır. Hepsi eski peri masallarına benzerler. Bir çingene klarnetçiyi Fareli Köyün Kavalcısı'na dönüştürür. Kırmızı Şapkalı Kız bir mafya kuryesidir. Cindirella ise talihsiz bir fahişe. Katilinden kaçan ' dünya güzeli ' bir prenses Beyoğlu ormanında 8. cüceyle karşılaşır. İstanbul bataklığına yeni gelmiş bir kürt genci Uyuyan Güzel ile tanışır. 5 ünlü masal, İstanbul gecesinde bir belirir bir kaybolur. Sıradan hayatların içinde masalımsı pırıltılar yanar ve söner...


Şiddetin bir erdem olarak ve ahlaki çöküntünün ise bir yaşam tarzı olarak benimsendiği dünyaya hoşgeldiniz...Shinjukunun yer altı dünyası ve aynı zamanda sadist bir yakuza tetikçisi olan Kakiharanın şehrinde meydana gelen olaylar nefesinizi kesecek.Kakihara patronunu öldüren kişiyi bulmak üzere durmaksızın yer altı dünyasının altını üstüne getirir.Meydana gelen olayların arkasındaki beyin ise Japon çetelerini birbirine düşürmeyi başarmış olan eski bir polis olan Jijiden başkası değildir.Elindeki en büyük kozu ise uçurumun eşiğindeki ruhsal bozukluğu had safhada olan bir kaçıktır.Söz konusu deli adam, katil Ichiden başkası değildir ve katil Ichi ile Kakihara arasında gelişen olaylar kısa sürede caddeleri kan gölüne çevirir.

Pi


Bir matematik dehasi olan Max sorunlu bir kisilige sahiptir ve insan hayatinin belki de en önemli bulusuna ulasmak üzeredir. Son on yil boyunca sayisal olarak tabiatin bir kodlanma sistemine sahip oldugunu kesfetmis fakat bunu çözmeyi basaramamistir.Her sey ama her sey onu bir tek sonuca götürmektedir. Ulastigi sonuç onu daha büyük kaoslara bunun da ötesinde problemin merkezi olarak kendine yöneltmektedir.Buldugu sir için belki de insanlar birbirlerini bile öldüreceklerdir. Bunu herkesten saklamalidir. Max zincirin ilk halkasi olan kodu kirmayi deneyerek bu riski yok etmeye karar verir.


Birbirlerine büyük bir tutkuyla aşık olan Lola ve Manni Berlin'de yaşayan iki genç sevgilidir. Bir çete için bazı işler yapan Manni, metroda giderken içinde yüksek miktarda para olan çantayı kaybeder. Parayı bulmak ve çetenin patronuna vermek için sadece 20 dakikası vardır. Bu süre içinde parayı bulamazsa hayatını kaybedecektir. Hemen Lola'ya telefon eder ve durumunu anlatır. Böylece Lola parayı bir şekilde bulmak için koşmaya başlar...


Sean Connery’ye Oscar getiren yapım, 1930’lar Chicago’sunda ünlü gangster Al Capone’un peşine düşen federal ajan Eliot Ness ve ekibinin hikâyesini anlatıyor.


Bir süre önce bir sinemada şans eseri tanışan iki adam olan Benigno ve Marco, kaderin bir oyunu sonucu kısa süre sonra bir klinikte tekrar karşılaşırlar.

Benigno'nun sağlık görevlisi olarak çalıştığı bu klinikte, aşık olduğu sevgilisi Lydia komada bulunmakdadır. Marco ise bir boğa tarafından ağır şekilde yaralanan ve yine komaya giren matador sevgilisi Alicia'ya destek olmak için oradadır.

Birçok açıdan aynı kaderi paylaşan iki adam arasında zamanla güçlü bir dostluk kurulur. Benigno, Marco'ya komadaki sevgilisiyle konuşmasını söyler. Durum umutsuz görünse de mucizelerin olabileceğine inanmaktadır.


“Iron Man – Demir Adam” karakterinin, çizgi roman tutkunlarıyla ilk tanışması 1962 yılında oldu. Kısa sürede geniş kitlelerin severek okuduğu çizgi romana dönüşen “Iron Man – Demir Adam”da Çin ordusu için silah yaratmak zorunda bırakılan milyoner sanayici Tony Stark, istemeden yaptığı bu çalışma sırasında kendisi için de gizlice zırh üretiyordu. Böylece Çinliler’in kontrolünden çıkarak onları durdurabileceğine inanıyordu. Çin’den kaçıp ABD’ye geri döndüğünde tehlikeli bir komplonun varlığını keşfedince durdurabilmek için de Demir Adam’a dönüşüyordu.

Demir Adam’ın çok ünlü bir de düşmanı vardır. Kısaca M.O.D.O.K. adıyla bilinen bu düşman, sadece öldürmek için dizayn edilmiş beyinsel bir organizmadır. Sallanan sandalyesinde oturan kocaman kafalı bir yaratıktır. Ancak yönetmen Jon Favreau’nun Myspace sitesinde yaptığı açıklamaya göre, Soğuk Savaş dönemini çağrıştırdığı için filmde M.O.D.O.K.’a yer verilmeyecek. Demir Adam’ın düşmanı olarak Mandarin Çinli’si yer alacak.


Evening filmi yıldızlarla dolu bir kadroyu bir araya getiriyor. Susan Minot tarafından yazılmış bir romandan Ms. Minot and Pulitzer Ödülü sahibi yazar Michael Cunningham (The Hours)’ın beyaz perdeye uyarladığı bir film. Filmin yönetmenliğini daha önce sinematografçı olarak Akademi Ödülüne aday gösterilmiş Lajos Koltai (Fateless) yapıyor.
Evening anne ile kızını bağlayan zamansız bir sevgiyi gözler önüne seren çok duygusal bir film. Bir annenin yaşam prizmasından onun iyimserlikle yükselip daha sonra bir dönüm noktasından tekrar alçarak sonuna gelmesini gösteriyor. Gerçek hayattan iki anne kız filmde buluşuyor. Vanessa Redgrave-Natasha Richardson ve Meryl Streep-Mamie Gummer. Bir anne ile kızının ve annenin en yakın arkadaşının hayatın farklı kısımlarındaki portresini çiziyorlar.
Hatıraların gücüne yenik düşen Ann Lord (Ms Rdgrave) kızları evli ve çocuk sahibi Constance (Ms Richardson) ile bekar biri olan Nina (Toni Collette)’e uzun zamandır sakladığı bir sırrını anlatır. Ann kimseyi sevmediği kadar bir adamı sevdiğinden bahsettiğinde ikisi de yatağın baş ucundadır.
Ama kimdir bu “Haris”, kızlar annelerinin bu adamla ne yaşadığını merak etmişlerdir. Constance ve Nina Ann’in ve kendi yaşamlarının sırlarını anlamaya çalışırken anneleri de zihninde elli sene önceki bir yaz hafta sonuna Ann Grant (Claire Danes) olduğu zamanlara döner.


Geppetto Usta’nın ellerinde bir kukladan gerçek bir çocuğa dönüşen Pinokyo hayatının en mutlu günlerini geçirmektedir. Arkadaşlarıyla beraber okula giden ve oyunlar oynayan Pinokyo’ya Mavi Peri tarafından öğütler verilmiştir. Eğer herhangi bir kötülük yaparsa yeniden tahta bir kuklaya dönüşecektir. Perinin öğütlerinden dışarı çıkmamaya çalışan zavallı Pinokyo günün birinde Mutluluk Hırsızları tarafından kandırlır. Büyük bir iyilik yaptığını sanarak okulun paralarını çalan Pinokyo eskisi gibi bir tahta kuklaya dönüştürülmekle cezalandırılır. Yaptığı kötülüğü tamir etmek isteyen zavallı Pinokyo, yanında en iyi dostu Cırcır Böceği ile Mavi Peri’yi bulmak ve yeniden gerçek bir çocuğa dönüşebilmek için yola çıkar. İyilik yolundaki zorlu yolculuğunda Pinokyo ve arkadaşlarını çetim maceralar beklemektedir.


Uzak bir dağ kabilesinde, genç avcı D’Leh (Steven Strait) kalbinin kraliçesini bulmuştur: Güzel Evolet (Camilla Belle). Gizemli bir savaşçı grup, köyünü yağmalayıp, Evolet’i kaçırınca, D’Leh sevdiği kadını kurtarmak için savaşçıların peşinden dünyanın öbür ucuna kadar gitmek üzere küçük bir avcı grubuna önderlik etmek zorunda kalır.
Kaderin rüzgarına kapılan bu zoraki savaşçı-avcı grup, kılıç dişli kaplanlar ve tarih öncesi yırtıcılarıyla mücadele eder; kahramanca yolculuklarının sonunda bir Kayıp Uygarlığı ortaya çıkarırlar. Nihai kaderlerinde dev piramitlerin gökyüzüne uzandığı, hayalgücünün ötesinde bir imparatorluk vardır. Burada D’Leh’inin halkını zorla köleleştiren güçlü bir tanrıyla karşı karşıya gelecektirler.


Film kızından faydalabilmek için ev sahibesi ile evlenen bir adamın hikayesini anlatır.Üç kısa cümle ile; yasak aşk,akıl almaz bir cazibe ve bunlar için ödenen en yüksek bedel.


New York sokakları Erica Bain (Jodie Foster) için hem evi hem de geçim kaynağıdır. Sevgili şehrinin seslerini ve hikayelerini sunucusu olduğu “Street Walk” (Sokakta Yürümek) adlı programı aracılığıyla radyo dinleyicileriyle paylaşmaktadır. Akşamları, hayatının aşkı olan nişanlısı David Kirmani’nin (Naveen Andrews) yanına gider. Fakat Erica’nın bildiği ve sevdiği her şey korkunç bir gecede elinden sökülüp alınır: David’le birlikte uğradıkları apansız ve hunharca saldırı David’in ölümüne, Erica’nın da ölümün eşiğine gelmesine neden olur.
Erica’nın vücudundaki yaralar iyileşse de, daha derindeki yaralar kapanmaz. David’i kaybetmenin yarattığı hüsrandan daha büyük olan tek şey, peşini asla bırakmayan dehşet verici korku hissidir. Bir zamanlar gezmeyi çok sevdiği şehir sokakları, hatta bunların en sıcak ve aşina olanları bile, artık yabancı ve tehditkar görünmektedir.
Sonunda bu korku dayanılmaz bir hâl alınca, Erica kendini ona karşı donanımlı kılacak bir şeyler yapmaya karar verir. Elindeki silah kendini soyut bir düşmana karşı korumanın somut bir yolu olur…ya da o böyle düşünür.
İlk kez birini vurduğunda, öl ya da öldür durumu söz konusudur. İkinci kere de bir nefsi müdafaadır…yoksa acaba kendini tehlikeden uzak tutmamayı mı seçmiştir? Bir zamanlar Erica’nın kanını donduran korku yerini başka bir şeye bırakır; bir gece kendinden çalınan hayatı tekrar geri alma dürtüsüne, içinde olduğunu fark etmediği bir şeye dönüşür.


Çok tutulan video oyunu serisinden uyarlanan 100 milyon Dolarlık liste başı Resident Evil’in 3. ve son bölümü filmin kaldığı yerden devam ediyor. Artık Nevada çölünde saklanan Alice (Milla Jovovich) her insanoğlunu ölümsüz olmakla tehdit eden ölümcül bir virüsü yok etmek ve adaleti aramak için yeniden Carlos Olivera (Oded Fehr), L.J.’le (Mike Epps) birlikte yeni hayatta kalanlar Claire (Ali Larter), K-Mart (Spencer Locke) ve Hemşire Betty’iyle işbirliği yapar. Umbrella Corporation tarafından tutsak alındığından itibaren, Alice biojenik deneylere maruz kalmıştır ve genetik olarak insanüstü güçleri, duyuları becerileri değişikliğe uğramıştır. Hayatta kalmak isteyen biri olursa, bu becerilere ve daha fazlasına ihtiyacı olacaktır.


FBI ajanı Sean Archer, sadist bir terörist olan Castor Troy'un Los Angeles'ta sakladığı biyolojik silahın peşine düşer. Archer, oğlunun ölümünden sorumlu tuttuğu Troy'u ele geçirir ve onun yüzünü alarak terör çetesinin içine girmeyi planlar. Ancak öldüğünü sandığı Troy komadan çıkarak Archer'ın labaratuvarda bıraktığı yüzü ameliyatla kendine taktırır. Archer, teröristlerin arasında kalırken, Troy da Archer'ın ailesinin içine sızar.


Bir şiddet olayıyla yaşamları paramparça olmuş bir çiftin olağandışı öyküsünü tersten anlatan bu filmin başrollerini, gerçek hayatta da birlikte olan, Monica Bellucci ile Vincent Cassel paylaşıyorlar.


Anadolu’nun turistik kentlerinden birinde tüccarlık yapan Arif uzaylılar tarafından kaçırılarak G.O.R.A adlı gezegene götürülür. Arif, gezegenden kaçmak için uğraşır. Bunun için de uzaylı Komutan Logar’a karşı mücadele vermesi gerekir.Bunun için çok çaba harcar.Ve sonunda G.O.R.A.'dan kaçar ve G.O.R.A.'yı riyakar kumandan Logar'dan kurtarır...


James Bond'un bu seferki macerası Kuzey ve Güney Kore arasındaki tarafsız bölgedeki bir mayın tarlasında yapılan bir hovercraft takip sahnesiyle başlıyor. Bond, sonucu felaket olacak bir savaşı önlemek ve bir haini bulmak için Hong Kong'tan Küba'ya, Küba'dan Londra'ya dünyayı dolaşıyor. Bu arada yolu Jinx ve Miranda Frost'la kesişiyor ki bu iki güzel bayan her Bond filminde olduğu gibi maceranın iki önemli kahramanı oluyorlar. Psikopat bir megaloman olan Gustav Graves ve onun sağ kolu Zoo'yu bulmak için İzlanda'ya giden Bond burada kötü adamın inine yani tamamı buzdan yapılmış sarayına sızıyor ve yeni teknolojiyle üretilmiş son derece tehlikeli bir silahi ilk elden tecrübe ediyor. Bond'un sonunda asıl düşmanıyla yüzleştiği yer hikayenin başladığı yer olan Kore oluyor


Robert King adlı çok zengin bir petrol kralı, uluslararası bir teröristin düzenlediği suikast sonucu öldürülür. Yanına nükleer silahlar uzmanı Christmas Jones'u (Denise Richards) da alan çılgın teröristin amacı dünyayı ele geçirmektir.

Öldürülen petrol kralının güzel kızı Elektra'yı (Sophie Marceau) olabilecek tehlikelerden korumakla görevlendirilen James Bond(Pierce Brosnan), Hazar Denizi'ne ve İstanbul'a yolculuklar yaparak çılgınteröristi durdurmaya çalışır. Bu arada can düşmanı Christmas Jones'la da işbirliği yapmaya başlayan Bond'u İstanbul Boğazı sularının derinliklerinde seyreden nükleer bir denizaltıda ölümcül bir mücadele beklemektedir.


Ahlaksız bir medya imparatoru dünyanın süper güçlerini birbirine düşürmek amacıyla uluslararası oyunlar sahnelemektedir. Şimdi 007'nin (Pierce Brosnan) adrenalin dolu çarpışmalarda kötü niyetli düşmanını alt etmesi, onun hükmettiği terör olaylarını durdurması ve süregelen bu global tiyatroya son vermesi gereklidir!


Robert Ford isimli bir genç Jesse James'in çetesine katılır. Batının efsanevi kanun kaçağına karşı kızgın olan Robert'in bir amacı vardır, batının en hızlı silahını susturmak!


Liseden mezun olmak üzere olan, sosyal becerileri az gelişmiş iki gencin birbirine bağımlı bir arkadaşlıkları vardır. Farklı üniversitelere gidecekleri için, hayatla ayrı ayrı yüzleşmek zorundadırlar. Evan çok korkak bir gençken, Seth, ağzı lâf yapan ve karşı cinse fazlasıyla düşkün bir kişiliğe sahiptir. Film, beğendikleri kızlara yanaşmak için yaptıkları yanlışlarla dolu çabalarının hikâyesi.


Filmde Johnny Depp, haksız yere hapse gönderilen, ve sadece bu acımasız ceza için değil, karısı ile kızına olanların üzücü sonuçları için de intikam yemini eden Benjamin Barker’ı, Helena Bonham Carter ise onun saplantılı ölçüde kararlı suç ortağı Bayan Nellie Lovett’ı canlandırıyor.

Barker, Sweeney Todd kimliğine bürünerek Bayan Lovett’ın pastanesinin üzerindeki, eskiden kendine ait olan berber dükkanına geri döner. Amacı, karısı Lucy’yi ve küçük kızını ondan çalmak için alçak yardımcısı Beadle Bamford’la (Timothy Spall) birlikte kendisini uydurma bir suçla uzaklara gönderen Yargıç Turpin’i (Alan Rickman) gözlemektir.

Bayan Lovett, Barker’a, Yargıç Turpin tarafından iğfal edilen karısının kendisini zehirlediğini söyler. Bu arada, rakibi olan gösterişli İtalyan berber Pirelli (Sacha Baron Cohen), Barker’ı kimliğini ifşa etmekle tehdit edince, Barker onu boğazını keserek öldürür. Cesetle ne yapacağını bilemezken, Bayan Lovett bu krizi, sallantıda olan işini kurtarmak için çözüm olarak görür ve turtalarını insan etiyle doldurmayı önerir.

Sweeney, yargıcın gözlerini Johanna’ya (Jayne Wisener), yani Sweeney’nin ergenlik çağına gelmiş kızına diktiğini fark eder. Yargıç, Johanna’nın vesayetini elinde tutmaktadır. Evde hapis hayatı yaşayan Johanna bir gün Sweeney’yi denizden kurtarmış olan genç denizci Anthony (Jamie Campbell Bower) tarafından fark edilir. Genç kıza delice aşık olan Anthony onu kurtarıp evlenmeye yemin eder.

Bu arada, Bayan Lovett’ın turtaları çok geçmeden Londra’da dillere destan olur ve satış patlaması yapar. Bayan Lovett saygınlık kazanmayı ve Sweeney’yle evlenip deniz kenarında yaşamayı düşlemektedir. Yanlarında, evlatlık olarak alacağı, Pirelli’nin eski asistanı Toby de (Edward Sanders) olacaktır. Fakat Sweeney’nin aklında intikamdan başka bir şey yoktur; başka herkes ya da her şeye zarar verecek olsa da.


Amerikan Ordusu ve Vietnam Savaşı, fakat bu kez Stanley Kubrick bakış açısıyla. Filmin başlarından ortalarına kadar askeri disiplinin farklı kişiliklerdeki askerler üzerinde nasıl bir etki yarattığını izliyoruz. Bu etki daha çok psikolojik bir tahribat olarak yorumlanabilir. Filmin geri kalanında savaş alanındayız ve tüm gerçekliği ile savaşı hissediyoruz . Filmin, esas olarak bir savaş filmi olması dışında özetlenebilecek bir konusu yok fakat bu konunun işlenişi savaşın insanları ne hale getirdiğini anlatmaya yetiyor. Kurguda kullanılan savaş bunu göstermek için bir araç sadece. Bu yüzden, bir 'Rambo' filmi beklentisi içinde olmayınız.


Avrupa Birliği sürecinde tartışılanlar, yaşananlar, “Türk olma” tanımını hep gündemde tutuyor.
Bu birleşme sonrasında yaşanacak çelişkiler ve doğal durum komedileri kaçınılmaz manzaralar yaşatıyor.
Peki Oryantalizmin ve batılı olma halinin; iki anlayışın, iki kültürün tam ortasında yaşayan bizler acaba nereliyiz?
İşte “AVRUPALI” bu sentezin ortaya çıkardığı komik ama samimi kimlik arayışının filmidir.


İçe kapanık, iletişimsiz, sakar lise öğrencisi Bahadır bir sabah uyandığında dünyayı değiştirmeye karar verir. O sabah okula giderken beline taktığı tabancayla sınıf arkadaşlarını rehin alarak korkulu anlar yaşatacak olan Bahadır, onlardan hayatları boyunca kendilerini en çok yaralayan anılarını anlatmalarını ister. Öğrencilerin anlattıkları hikayelerden yola çıkan “Bana ŞANS Dile”, aile içi şiddet, sevgisizlik, iletişimsizlik ve saptıkları yanlış yolları anlatan Aksiyon-Gerilim türünde bir film. Film boyunca annesi tarafından çocukluğunda dolaba kilitlenen ve karanlıktan korkan Çağlar, ünlü bir televizyoncu olmaya çalışan ve maddi durumu pek iç açıcı olmayan Ayşegül, şair olmaya çalışan romantik Behiç, satanist gruplara katılan Serkan, otoriter bir babanın baskısından bunalmış Türker ve hiç anne sevgisi görmemiş Bahadır’ın öykülerini izleriz. Çılgın bir medya muhabirinin de kışkırtmasıyla çığırından çıkan olaylar, soğukkanlı davranmaya çalışan komiser ve öğretmenleri fazlasıyla zorlayacak, sınıf ve bahçedeki olaylar hiç beklenmedik şekilde gelişecektir.


Dış İlişkiler Konseyi kutsal hazine için ilk maceranın başladığı topraklara yeniden geri döner. Ancak 'Herşeyi Gören 12 değerli taş' içinde hipnotik bir güce sahip olan 'Ephod' taşına ihtiyaçları vardır. Konseydekilerin bu fikrini öğrenen Indiana Jones onları takip eder. Çünkü eğer biri Ephod'u ele geçirirse, onun gücüne dayanamayacak ve kişilik değiştirerek dünyayı yönetme gücüne sahip olacaktır. Ephod Armageddon Savaşı'nı yeniden başlatacak güce sahiptir.

Son Yorumlar



Gizlilik Bildirimi - Privacy Policy